Cilt: 16 - Sayı: 3
ZEITSCHRIFT FÜR DIE WELT DER TÜRKEN
Makaleler
XVII. yüzyıl Türk âşıklık geleneğinin önde gelen saz şairlerinden biri olan Âşık Ömer, şiirlerindeki dil kullanımı ile gerek kendi dönemine gerekse kendinden sonraki dönemlere etki etmiştir. Şairin medrese eğitimi alması klasik Türk şiiriyle yakından ilgilenmesine vesile olmuştur. Şair, divan şiiri geleneğine olan yatkınlığı ile hem saz şairi hem de divan şairi kimliği ile bu şiir geleneklerinin önde gelen isimlerindendir. Âşık Ömer eserlerinde aruz ve hece veznini kullanmıştır. Aruz vezniyle yazdığı şiirleri hece vezniyle yazdıklarından daha fazladır. Onun diğer saz şairlerinden ayrılan yönü divan sahibi olmasıdır. Şairin divanı Türk dili, Türk kültürü, Türk şiiri açısından büyük bir hazinedir.
Türkçede hayvan adları ve bunlarla ilgili kelimeler söz varlığımız açısından önemlidir. Türk edebiyatında en çok adı geçen hayvanlar kuşlardır. Yaratılışları ve özellikleri nedeniyle halk şiirimizde ve divan şiirimizde farklı benzetmelerle hem gerçek hem de mitolojik kuşlar sıkça kullanılmıştır. Şiirlerde insana ait özelliklerin çoğu kuş motifi içinde işlenmiştir.
Bu makalede Âşık Ömer’in şiirlerinde geçen kuş adları ve bunların şiirde kullanılışı üzerinde durulacaktır. Çalışmada Âşık Ömer’in Yakup Karasoy ve Orhan Yavuz’un ortak çalışmaları olan Âşık Ömer Divanı esas alınmış; tarama çalışması yapılarak elde edilen veriler divanda geçen kuş adları ve bu adların şiirde kullanımı açısından değerlendirilmiştir.
Toplumlar arasındaki iletişimin kaçınılmaz bir sonucu olarak o toplumların dilleri arasında dil unsurlarının geçişi görülmektedir. Bir dönem Türkçe ve Arapçada arasında olduğu gibi iletişimin derecesi arttıkça dil unsurlarının alışveriş de hızlanmaktadır. Türkçeden Arapçanın çeşitli lehçelerine geçen sözcük öbeği, sözcük, ek ve dil bilgisi kurallarıyla ilgili farklı çalışmalar yapılmış olmasına rağmen konunun tümüyle incelendiği söylenemez.
Türkçeden diğer dillere geçen eklerle ilgili çalışmalarda -CI, -lI, -sIz ve -lIk ekinin ön plana çıktığı görülmektedir. Diğer dillere geçen bu ekler arasında -lI eki de kendine has özellikleriyle dikkat çekmektedir.
Bu çalışmada Türkçeden Lübnan Arapçasına geçen 1413 soyadı -lI eki bakımından incelenmiş ve bu eki alan 161 soyadı tespit edilmiştir. Bu soyadları hem görüldüğü biçimler bakımından hem de eklendiği soyadlarına kattığı anlam bakımından incelenmiştir. Denilebilir ki -lI eki soyadlarında yoğun olarak kullanılan bir soyadı yapma ekidir.
Türkçede sıklıkla kullanılan ve anlam derinlikleriyle zenginleşen "bil-" fiili, dilin temel yapı taşlarından biridir. Sadece bir bilgiye sahip olmak anlamını aşan bu fiil, birçok farklı bağlamda ve nüanslarla kullanılabilmektedir. Bil- fiili, Türkçenin en temel fiillerinden biri olup iletişimin kurulmasında, düşüncelerin ifade edilmesinde ve bilgi alışverişinde önemli bir role sahiptir. Söz konusu fiil günlük iletişimde ve akademik metinlerde sıklıkla kullanılır. Bu fiil sayesinde insanlar birbirlerini anlar, dünyayı keşfeder ve yeni bilgiler öğrenir. Bil- fiilinin oluşturduğu eşdizimlerin, Eski Türkçedeki anlamları ve kullanımları hakkında yapılan bu inceleme, Türkçenin derinliklerini yansıtmayı amaçlamaktadır. Çalışmanın araştırma problemi; Eski Türkçede “bil-” fiiliyle yapılan eşdizimlerin ve konseptlerin kültür dil bilimsel yansımalarını ortaya çıkarmak ve açıklamak üzerine temellenmektedir. Çalışmada, bu fiili farklı yönleriyle ele alan geniş bir çerçeve sunmak amaçlanmıştır. Eşdizimler ve konseptler üzerinden yapılan analizlerle konuya farklı bir bakış açısı getirilmeye çalışılmıştır. Yöntem olarak; Eski Türk yazıtları, eski Uygur Türkçesi örneklemi olarak Huastuanift, Maitri Simit vb. metinler taranarak ulaşılan veriler, dil ve kültür arasındaki ilişkinin vurgulanmasıyla, disiplinler arası bir yaklaşım benimsenerek eşdizim teorisi ve kültür dil bilimine göre yorumlanmaktadır.
Müzik insan hayatının her alanında olduğu gibi seslerin estetik formlarda elde edilebilmesini sağlayan araçları (çalgıları) da içeren önemli bir alanı da kapsamaktadır. Bu alan bilimsel olarak, Orgonoloji olarak nitelendirilmekte olup, çalgılar ve onların tarihsel gelişimleri, değişimleri ve farklı ülkelerdeki yapısal özellikleri ile sesleri nasıl elde edebildikleri gibi ele almaktadır. Bu bilimsel sürecin bir parçasının da çalgıların bulundukları ülkelerin kültürel özelliklerine göre kavramsal temsillerinin önemli bir konu olduğu düşünülmektedir.
Kaval çalgısının ismi, üzerindeki kavala özgü parça ve şekillerin isimleri ve bu kavramların tarih kültür ekseninde değerlendirilmesi önemli bir husustur. Günümüzde akademik bazı çalışmalarda kaval ve ilgili birçok kavramın geleneksel, kültürel ve bilimsel açıdan onu temsil etmeyen birtakım kavramlar ile yeniden isimleştirildiği gözlemlenmektedir. Bu çalışmada bu durum mercek altına alınıp tarihsel kültürel ve akademik süreçte kaval evreninde bazı kavramların yerli yerinde kullanımına dair bazı tespitlerde ve önerilerde bulunulacaktır.
Günümüzde yabancı dil olarak Türkçe öğretimi alanında materyallere duyulan ihtiyaç giderek artmaktadır. Özellikle etkili öğretim materyalleri, dil öğrenme sürecini daha verimli ve ilgi çekici hâle getirmekte önemli bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda öğretim materyallerinin hazırlanması üzerine yapılmış akademik çalışmaların incelenmesi, alana yönelik önemli bir bilgi birikimi sunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, yabancı dil olarak Türkçe öğretiminde materyal hazırlama üzerine yapılmış yüksek lisans ve doktora tezlerini incelemektir. Ulusal Tez Merkezi’nde 2014-2024 yılları arasında ulaşılan tezler esas alınmıştır. Bu araştırmada materyal hazırlama sürecinde faydalanılabilecek 27 tez doküman analizi yöntemiyle incelenmiştir. Tarama sürecinde, “materyal, materyal hazırlama, Türkçe öğretiminde materyal ve yabancı dil olarak Türkçe öğretiminde materyal” gibi temel kavramlar kullanılmıştır. Araştırmada betimsel analiz tekniğinden yararlanılmıştır. Araştırmada incelenen lisansüstü tezlerin büyük çoğunluğunun yüksek lisans düzeyinde olduğu, tezlerin en çok 2019 ve 2024 yıllarında yapıldığı, 2020 yılında ise materyal hazırlamaya yönelik herhangi bir teze rastlanmadığı, daha çok nitel yöntemin öne çıktığı belirlenmiştir. En sık kullanılan anahtar kelimenin “yabancı dil olarak Türkçe öğretimi” olduğu, veri toplama aracı olarak en fazla doküman tercih edildiği ve çalışmalarda en yaygın olarak doküman analizi deseninin kullanıldığı tespit edilmiştir.
Bu çalışmanın amacı, yabancılara Türkçe öğretimi alanındaki yüksek lisans tezlerinde geçen anahtar kelimelerin kullanım sıklığının belirlenmesidir. Araştırmanın örneklemini, 2022-2024 yılları arasında YÖK Ulusal Tez Merkezinde yayımlanan 236 yüksek lisans tezi oluşturmaktadır. Doküman incelemesi yönteminin kullanıldığı araştırmada veriler içerik analizi tekniğiyle analiz edilmiştir. Çalışmanın sonucunda tezlerde 557 anahtar kelime tespit edilmiştir. Bu anahtar kelimelerin toplam kullanım sıklığı ise 1018’dir. Tespit edilen bu anahtar kelimeler alan yazındaki konular esas alınarak konu başlıklarına göre ayrılmıştır. Bu başlıklar; dil bilimi, dil öğretimi, dünyada ve Türkiye’de Türkçe öğretimi, dil becerileri, dinleme becerisi, konuşma becerisi, okuma becerisi, yazma becerisi, kelime öğretimi, dil bilgisi öğretimi, kültür öğretimi, dil öğretim yöntem ve teknikleri, dil öğretim kuramları, yabancı dil olarak Türkçe öğretim programı, yabancı dil olarak Türkçe öğretiminde materyal ve teknolojik araçların kullanımı, Türkçe okutmanlarının yeterlikleri, yabancı öğrencilerin yeterlikleri, alan yazındaki çalışmalar, ölçme ve değerlendirmedir. Araştırmanın sonunda alan yazında en fazla kullanılan anahtar kelimelerin sırasıyla yabancı dil olarak Türkçe öğretiminde materyal ve teknolojik araçların kullanımı (93), okuma becerisi (77), dil öğretimi (63), kültür öğretimi (56), kelime öğretimi (35) ve dil bilimi (34) başlıklarında olduğu tespit edilmiştir.
Klasik Türk edebiyatının inceleme konularından biri olan manzum sözlükler; kültürün aktarımı, tanıtılması ve nihayet benimsenmesi konusunda mühim görevler üstlenmiştir. Bilhassa Arapça-Türkçe, Farsça-Türkçe gibi iki dilli ve Arapça-Farsça-Türkçe olarak üç dilli kaleme alınan manzum sözlükler, nazmın ezber yetisini kuvvetlendiren vezin ve kafiye ahengi sayesinde yüzyıllarca maarifin önemli bir parçası olmuştur. Temel hedefleri kelime ve vezin öğretimi olan bu sözlükler, rağbet bulması münasebetiyle Türk kültüründe her yüzyıl yer bulmayı başarmıştır. XVII. yüzyıl Divan şairlerinden Aksaraylı Hasan Rızâyî (1599-?)’nin kaleme aldığı Kân-ı Maʿânî adlı Farsça-Türkçe manzum sözlük de bunlardan biridir. Nâzımın ilk olarak H 1052/ M 1642-43’te kaleme aldığı eseri, manzum sözlük tarihinde önemli bir yeri olan Tuhfe-i Şâhidî (telif tarihi: 1514)’ye naziredir. Eserin şimdiye kadar 5 nüshası tespit edilmişti. Bu yazıda bunların dışında, “B” rumuzu verilen Bursa İnebey Kütüphanesi 1331 numarada kayıtlı yeni bir nüsha tanıtılacaktır. 34 varaktan (1b-34a) oluşan bu nüsha H Cemâdi’l-âhire 1084/ M Eylül-Ekim 1673 tarihinde kaleme alınmıştır. Bu nüshayı diğer nüshalardan ayıran özelliklerinden biri H 28 Safer 1085/ M 3 Haziran 1674 tarihinde yine Hasan Rızâyî tarafından tashih edilmiş olmasıdır. Bu yazıda Hasan Rızâyî hakkında kısa bilgilerden sonra Kân-ı Maʿânî üzerine yapılan yayınlar hakkında bilgiler verilecek, tüm nüshaların tanıtımı ve değerlendirilmesi söz konusu edilecek ve “B” nüshası incelenecektir.
Bu çalışma, Ömer Seyfettin'in Piç adlı hikâyesini edebiyat sosyolojisi perspektifinden analiz ederek, Batılılaşma sürecinin birey ve toplum üzerindeki etkilerini incelemektedir. Osmanlı Devleti'nde başlayan Batılılaşma hareketleri, Osmanlı toplumunda büyük bir değişim ve dönüşüm sürecini tetiklemiştir. Bu süreç, kültürel ve bireysel düzeyde ciddi kimlik bunalımlarını beraberinde getirmiştir. Bu çalışma, Ahmet Nihat karakteri üzerinden Batılılaşmanın yarattığı kimlik krizini ve toplumsal statü arayışını ele almaktadır. Ahmet Nihat'ın Batı hayranlığı, onun kendi kültürel köklerinden kopmasına ve içsel bir çatışma yaşamasına neden olmaktadır. Ayrıca, biyolojik ve kültürel anlamda "piçlik" metaforu kullanılarak, karakterin aile yapısındaki belirsizliklerin kimlik inşasına etkileri tartışılmaktadır. Doküman incelemesi yöntemiyle gerçekleştirilen bu çalışma, Piç hikâyesinin sadece bireysel bir kimlik krizini değil, aynı zamanda Osmanlı toplumunun modernleşme sürecindeki sancılarını da yansıttığını ortaya koymaktadır. Ömer Seyfettin'in bu hikâyesi, Batılılaşmanın getirdiği kültürel ve toplumsal dönüşümlerin birey üzerindeki karmaşık etkilerini analiz etmektedir. Sonuç olarak, Piç hikâyesi, edebiyat sosyolojisi açısından modernleşme ve Batılılaşma süreçlerinin bireysel ve toplumsal düzeyde yarattığı kimlik bunalımlarını anlamak için önemli bir eser olarak değerlendirilmektedir. Bu makale, hikâyenin kültürel bağlamını ve karakter analizini sunarak, Ömer Seyfettin'in döneminin toplumsal dinamiklerini nasıl yansıttığını göstermektedir.
Sovyet ideolojisine göre şekillenmiş bir edebi akım olan sosyalist realizm, sosyalist ideolojik gerçekliğe dayanan bir sanat ve edebiyat akımıdır. Bu akımın amacı Sovyet ideolojisini yaymak, yeni Sovyet tipi insanı yaratmak olduğundan bu akım doğrultusunda oluşturulan eserler, sosyalist ideoloji ile beslenir.
1917 Ekim Devrimi’nden sonra oluşmaya başlayan çağdaş Kırgız tiyatrosunun kurucu yazarlarından birisi Cusup Turusbekov’dur. Turusbekov’un “Acal Orduna” adlı eseri Kırgız tiyatrosunun öncü eserlerinden biridir. Oyun, Ürkün adıyla anılan 1916 isyanını konu almaktadır. 1934 yılında kaleme alınan eser birçok kez değiştirilerek sosyalist realizme uygun hâle getirilmiştir. Bu çalışmada çağdaş Kırgız edebiyatının önemli isimlerinden olan Cusup Turusbekov ve onun Kırgız tiyatro tarihinde önemli yeri olan Acal Orduna adlı eseri tanıtılacaktır. Eser, önce yapısal yönden incelenecek, sonrasında ise eserdeki sosyalist realist unsurların ne olduğu üzerinde durulacaktır.
1960-1970’li yıllar gerek dünya gerekse Azerbaycan edebiyatı için özel bir dönemdir. Josef Stalin’in ölümünden sonra dünyada oluşan sosyo-politik değişimler her alanda olduğu kadar edebiyat alanında da büyük ölçüde etkili oldu. Sovyetler döneminin ikinci ve üçüncü sıralara attığı İnsan karakteri bu dönemde yeniden öne çıkmayı başardı. Eskiden eser kahramanları valiler, başkanlar, müdürler, başkan vekillerinden oluşuyorduysa bu dönemde artık toplumdaki sıradan insan karakterleri- hademeler, kuryeler, varoş insanı, şehir dışında yaşayan insanlar ana kahramana dönüştüler. Bu işte emeği geçen önemli insanlar şair ve yazarlardı. Onlar kaleme aldığı eserlerde her şeyi gerçekçe, doğallıkla anlatıyor, onların “olağanüstü” karakterini tasvir etmiyorlardı. Kahramanlar artık mucize göstermemekte, az bir zamanda “emek kahramanı”na dönüşmemekteler. İnsan “homo sovetikus” olarak değil gerçek insan olarak okurların karşısına çıkmaktaydı. Dönemin sıradan, başarısız, uğursuz, kadersiz insanları, gerçekçi bir biçimde eserlere yansımıştır. Stalin’e kadar olan gerçekdışı “olumlu Sovyet insanları” bu dönemde ikinci, hatta üçüncü sıralara geçti. Düşünen insan modeli yeni eserlerin önemli konusu haline geldi. Bu çalışmada insan kavramı ele alınmış, edebiyatta ve gerçek hayatta oynadığı rol tahlil edilmiştir. Edebiyatta insan kavramı nedir, insan hayata hangi katkılar sunmaktadır vb. gibi konular çalışmada konu edinen önemli meselelerdendir. Bunun yanı sıra yeni insan karakterinin Azerbaycan edebiyatında 1960-1970’li yıllarda eserlere nasıl yansıdığı, hangi karakterlerin öne çıktığı gibi meseleler çalışmada analiz ve tahlil edilmiştir.
Anadolu sahasında âşık tarzı destan geleneğini sürdüren birçok şair vardır. Prof. Dr. Bayram Durbilmez de bu geleneği sürdüren önemli isimlerden biridir. Birçok konuda olduğu gibi Azerbaycan hakkında da destanlar yazmıştır. Türk dünyasını yakından tanıyan, bu konuda birçok ilmî eser yayımlayan, yazılı, sözlü ve elektronik kültür birikimine sahip ve bu birikimini sanatçı kişiliğiyle birleştiren Prof. Dr. Bayram Durbilmez, bu bilgilerini destanlarına da yansıtmaktadır. Türkçü kimliğiyle de tanınan şair, şiirlerinde Ozantürk ve Durbilmez mahlasını kullanmaktadır. Ozantürk’ün eserlerine bakıldığında halk şiirinin söyleyiş ve şekil geleneğine hâkim olduğu görülmektedir. Çalışmada Azerbaycan hakkında yazdığı beş destan incelenirken metin merkezli içerik analizi yöntemi kullanılmaktadır. Yöntem gereği öncelikle şairin Azerbaycan hakkında yazmış olduğu destanlar tespit edilip içeriğine göre örnekler alınarak şiirlerinin tasnifi yapılmaktadır. Destanların içeriğinde yer alan toplumsal olaylar, savaşlar, millî konular, tarihî sorunlar, kültürel değerler ve günlük olaylar üzerinde çözümleme yapılmaktadır. Bu destanlarda şair kendi duygu, düşünce ve algısıyla millet, vatan, bağımsızlık ve Türkçe gibi değerleri vurgulamaktadır. Karabağ savaşına ve bu savaşta yaşanan olaylara değinerek millî birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirmek için düşman imajına karşı biz olgusu oluşturmaktadır. Bununla birlikte destanların içeriğinde metaforlardan faydalanarak millî değerlere atıfta bulunmaktadır. Çalışmada ilmî ve edebî kişiliğiyle yazdığı bu destanlardaki fikir eğilimi, verilmek istenilen mesaj ve algılar ortaya konulmaktadır.
Zusammenfassung
In einer literarischen Erzählung sind Figuren, die eine bestimmte Mentalität repräsentieren, eines der Elemente, auf die der Erzähler in dieser Richtung immer wieder zurückgreift. Vor allem nach der industriellen Revolution brachten Lebensmodelle, die sich zu neuen und unkonventionellen Formen entwickelten, verschiedene Innovationen in das literarische Medium ein. Neben Inhalt, Stil und Handlung sind auch Veränderungen in der philosophischen Perspektive der handelnden Personen zu beobachten. Besonders deutlich wird dieser Wandel ab 1950 im Bereich der Türkei. Tatsächlich kann man diesen Zeitraum als eine Periode definieren, in der die türkische Gesellschaft in vielerlei Hinsicht in eine Phase der Innovation eintrat und angesichts verschiedener Erfahrungen ins Wanken geriet. In diesem Zusammenhang ist es unvermeidlich, dass sich die Veränderungen im täglichen Leben in literarischen Texten niederschlagen. Unter diesen Bedingungen, in denen ökologische Verluste zusammen mit Identitätsverwirrung sichtbar werden, steigt die Zahl der Helden, die als "Umweltfreundlicher Typus" bezeichnet werden können. Eine Reihe von Künstlern, die Texte mit ökologischem Bezug geschrieben haben, zielten also darauf ab, einen wirksamen Bewusstseinsmechanismus zu schaffen, indem sie dem umweltbewussten Typus die Aufgabe zuwiesen, ideale Werte zu transportieren. Je nach Text können diese Figuren in der gesamten Handlung oder nur in bestimmten Teilen der Handlung aktiv sein. In dieser Studie wird auf der Grundlage der Faktoren Kultur und Glaube versucht, die Beispiele für umweltbewusste Charaktere in der modernen türkischen Geschichte im Kontext bestimmter Künstler zu analysieren.
Bu çalışma, Hun ve II. Göktürk Devletlerinin diplomatik strateji ve ilkelerini karşılaştırarak kapsamlı bir değerlendirme sunmaktadır. Hun ve II. Göktürkler, Orta Asya'daki diplomatik ilişkilerde farklı stratejiler benimsemişlerdir. Bu bağlamda Hunlar, askeri gücü ve güç dengesini öne çıkaran bir diplomasi yürütürken, onların Çin İmparatorluğu ile olan ilişkilerinde askeri üstünlük ve güç gösterileri önemli bir rol oynamıştır. Öte yandan, II. Göktürk Devleti, diplomatik müzakere ile antlaşmalar yoluyla bölgesel ilişkilerini yürütmüş ve uzun vadeli stratejik hedeflere odaklanmıştır. Ancak yürütülen çalışmalarda bu durumların birlikte ele alınmadığı saptanmıştır. Dolayısıyla Hun ve II. Göktürk Devletleri hakkında mevcut literatür genellikle bu devletlerin diplomatik uygulama ve stratejilerini detaylandırmakta yetersiz kalmaktadır. Özellikle, her iki devletin diplomatik stratejilerinin tarihsel bağlamda karşılaştırılması ve modern diplomasi üzerindeki etkileri yeterince ortaya konulamamıştır. Bu çalışma, Hun ve II. Göktürklerin diplomatik yaklaşımlarını derinlemesine analiz ederek, alanyazındaki ilgili boşluğu doldurmayı ve tarihsel diplomasi ile günümüz diplomasisi arasındaki bağlantıları açık ve net bir şekilde anlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda çalışmada doküman analizi (birincil ve ikincil elden tarihsel kanıt ve kaynaklar) kullanılarak, elde edilen veriler kavramsal çözümleme tekniği ile analiz edilmiştir. Sonuç olarak Hun ve II. Göktürklerin diplomatik stratejilerinin benzerlik ile farklılıkları ortaya konulmuş ve bu stratejilerin modern diplomasi uygulamalarına nasıl yansıdığı değerlendirilmiştir. Çalışma, tarihsel diplomasi mirasının günümüzdeki uygulamalar üzerindeki etkilerini ortaya koyarak, uluslararası ilişkilerde strateji geliştirme konusunda önemli katkılarda bulunmaktadır.
Bu çalışma, Samuel P. Huntington’ın sivil-asker ilişkilerine dair geliştirdiği teoriler çerçevesinde, Türkiye’de gerçekleşen 27 Mayıs 1960 askeri darbesini incelemektedir. Huntington’ın "nesnel sivil kontrol" ve "pretoryen toplum" kavramları, darbeyi anlamlandırmak için önemli bir çerçeve sunmaktadır. Huntington’a göre, profesyonelleşmiş ordular, görev alanları olan güvenlik meselelerine odaklanmalı ve siyasete müdahale etmemelidir. Ancak 1960 darbesi, Türkiye’de ordunun profesyonellikten uzaklaştığını ve sivil alanı denetim altına almak için harekete geçtiğini göstermektedir. Pretoryen toplumlarda, sosyal grupların siyasete müdahil olması çatışmalara yol açar. Türkiye'de de ordu, demokratik süreçler yerine doğrudan müdahaleyi seçmiştir. DP hükümeti dönemi boyunca yaşanan toplumsal, ekonomik ve siyasal gerilimler, ordunun bu müdahalesini meşrulaştıran temel unsurlar olmuştur. Ordunun darbe sonrası anayasal güvence arayışı da bu müdahalenin uzun vadeli etkilerini göstermektedir. Huntington’ın teorisine göre, ordu ve siyaset arasındaki sınırların net çizilmediği ülkelerde, darbeler kaçınılmaz hale gelmektedir. Çalışma mevcut literatürün karşılaştırılmalı olarak ele alınmasına dayanmaktadır. Bu çalışmada 1960 darbesi, Türkiye’de ordunun sivil yönetim üzerindeki kontrolünü artıran bir olay olarak değerlendirilmektedir.
Osmanlılarda 18. yüzyılın ikinci yarısından sonra saray nakkaşhanesi dağılmıştır. Sarayın himayesiyle cülusları, savaşları, barışları, iktidardaki padişahları, düğünleri ve günlük olayları belgelemek için çalışılan sayısız minyatürlü yazmanın üretimi bir anda sonlanmıştır. Bundan sonra, 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar kayda değer bir üretimden söz etmek mümkün değildir. 1945-1953 yılları arasında kitap sanatlarını yaşatmak için uğraşan iki değerli akademisyen kişisel çabaları ile iki albüm üretmişlerdir. Bu çalışmaya konu olan ilk minyatürlü yazma, Ord. Prof. İsmail Hakkı Ertaylan’ın 1945 yılında, döneminin ünlü hattat ve müzehhiplerini İstanbul’un fethinin 500. yıldönümü olan 1953 tarihine yetiştirilmesi hedeflenen bir “Fatih Albümü”nün hazırlamaları için birçok görüşme yapması sonucunda ortaya çıkmıştır.
İkinci minyatürlü yazma ise Ord. Prof. Ahmet Süheyl Ünver’in 1953 yılında “Fatih’in Defteri” adı ile Fatih Sultan Mehmet’e adamak amacıyla hazırladığı, tasvirlerin biri hariç tamamını kendisinin çalıştığı bir eserdir.
Yazma eserleri hazırlayan bu iki akademisyen/sanatçı, Medreset’ül Hattatin’de (Hat Mektebi) hoca ve öğrencisi iken daha sonraki yıllarda Güzel Sanatlar Akademisi’nde meslektaş olmuşlardır.
Orijinal, biricik ve sanatsal açıdan değerli olan iki minyatürlü yazma eserde bulunan A. Süheyl Ünver ve Hüseyin Tahirzade Behzat’ın tasvir ettikleri Fatih Sultan Mehmet portreleri karşılaştırılarak değerlendirilmiştir.
It is critical to comprehend the impact of the physical environment on the spatial patterns of endemic plant species in order to be considered in the development of conservation strategies, especially in areas with semi-arid climatic conditions such as Malatya Province, Turkey. The research uses the GIS-based spatial evaluation and zonal statistics techniques to discuss the influence of elevation, slope, aspect, geology, soil, temperature, and precipitation on the occurrence of 36 local endemic plant species. The results indicate a distinct peak of endemicity at moderate environmental extremes—in particular, in mid-range altitude (1000m–2000m), between 15° and 25° slopes and limestone units. It was noted that the soil properties of Nitrogen 201-300 cg/kg and moisture retention properties of 301-310 units, plus the hydrological variable (stream density of 0.2-0.3) influence species expansion a lot. Also, these findings depend on the interrelations of different factors-forming topography, soil, water, and rock layers. The research points out the need to include physical environmental parameters into conservation plans in order to preserve endemic species effectively despite the impacts of climate shifts and human activities. Where such species exist, this work aids in conservation development since it identifies the particular conditions that are conducive to the existence of endemic species and why they are important in improving interactions between organisms and the environment in semi arid regions.
Kırgızistan tarihi, dilsel, etnik ve kültürel bağlantılarıyla Türk Dünyası ile güçlü bir ilişki içindedir. Bu nedenle de Türk Dünyası’nın bir parçası olan Kırgızistan’da eğitim gören üniversite öğrencilerinin Türk Dünyası üzerine algıları büyük bir önem arz etmektedir. Çalışma bu bağlamdan hareketle Kırgızistan'da öğrenim gören üniversite öğrencilerinin Türk Dünyası hakkındaki görüşlerini ve algılarını derinlemesine incelemeyi amaçlamaktadır.
Bu araştırmada, KTMU öğrencilerinin Türk Dünyası algılarına dair nicel verilere ulaşmak amacıyla bir anket formu oluşturulmuştur. Genel olarak iki bölümden oluşan anketin birinci bölümünde yaş, cinsiyet, bölüm gibi demografik özellikler hakkında bilgiler bulunurken, ikinci bölümde 5’li likert ile oluşturulan toplamda 17 maddeden oluşan ifadeler bulunmaktadır. Geçerlilik ve güvenilirlik testi yapılan anket formunun Cronbach Alfa güvenirlik katsayısı α = .84 olarak bulunmuş, çalışmanın verileri bu kapsamda yorumlamaya değer görülmüştür.
Genel olarak yapılan araştırmada sonuç olarak Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesinde eğitim gören öğrencilerin Türk Dünyası algılarının pozitif yönde olduğu ve bu algının cinsiyet ve yaşa gibi demografik özelliklere göre farklılaşmadığı görülmüştür.
Türkler, Balkanlara eski tarihlerde yerleşmiş ve bu topraklardaki varlığını göstermeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlardaki en ihtişamlı dönemi Çirmen Savaşı’nın galibiyetiyle başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu iskân politikası kapsamında halkının bir kesimini bu topraklara göndermiştir. Bu politika kapsamında Konya’dan Makedonya’nın Kınalı köyüne, Karamanoğulları Beyliği’ne mensup Türk topluluğu göç etmiştir. Göç eden bu topluluk kendi içlerine kapanık bir yaşam sürmüşlerdir. Özellikle kendilerine has yemek, merasim ve dokuma gibi kültürlerini bu topraklarda da devam ettirmişlerdir. Uzun seneler boyunca Balkanlarda yaşayan Türklerin, Balkan Savaşlarının yenilgi ile sonuçlanmasıyla Türkiye’ye doğru göç hareketleri başlamıştır. Bu göç hareketine katılarak Marmara Bölgesi’nin Sakarya gibi çeşitli illerine yerleşen ve kendilerini Kınalı muhacirleri olarak tanımlayan bu Türk topluluğu, köylerinden dönerken bütün taşıyabildikleri eşyalarını yanlarında getirerek zaman içerisinde unutmaktan korktukları kültürlerini gelecek nesle aktarma çabası içine girmişlerdir. Bu amaçla yapılan çalışmada Kınalı muhacirleri topluluğuna ait olan el dokumaları araştırılarak kapsamlı incelenmiştir. Çalışma kapsamında, izin alınarak evler ziyaret edilip eser analizi ve sözlü analizler yapılmış eserlerle ilgili bilgiler alınmıştır. Ayrıca ailelerle yapılan görüşmelerde Kınalı muhacirlerine ait geleneksel giyinme kültürü, geçmişte kullanılan dokuma tekniklerine ait tüm bulgulara ulaşılmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda makalede Kınalı muhacirlerine ait yastık dokumaları ile ilgili literatürde araştırma yapılmış ve akabinde yok denilecek kadar az bilgiye ulaşılmıştır. Bu nedenle yapılan bu çalışma Kınalı muhacirlerine ait el sanatının gelecek kuşaklarla korunarak aktarım için önemli bir çalışma olması hedeflenmiştir. Makalede Kınalı muhacirlerine ait 6 adet yastık dokuması kapsamlı bir şekilde incelenecek ve görsel verilerle desteklenecektir.
Yapı malzemeleri insanlığın yerleşik hayata geçmesi ile birlikte, iklimin ve dönemin şartlarına göre şekillenmiştir. Bu malzemeler teknolojinin bize sunduğu imkânlar dâhilinde günümüze kadar gelişme göstermiş, mimari yapıların vazgeçilmez unsurları haline gelmiştir.
Coğrafi koşullar sebebiyle farklı kültürler ve gelenekler ortaya çıkmış, bu kültürlerin beğenisi ve teknolojilerindeki gelişme yaşam standartlarını doğrudan etkilemiştir. Yapı malzemelerindeki kaliteli üretim teknoloji ile alakalı iken, dekoratif unsurlar kültürün geleneklerinin getirmiş olduğu semboller ve beğeni ile alakalıdır.
Ülkemiz sayısız medeniyete ev sahipliği yapmasından dolayı kültürel miras açısından oldukça zengindir. Söz konusu üretilen malzemenin tasarım süreci ve pazarlanması olduğunda sadece bölgesel kültürdeki veriler dünya genelindeki kültür ve sanat birikimi yapı malzemelerinin tasarımında ön plana çıkmaktadır. Farklı kültürlere hitap edebilmek ve dünya pazarında söz sahibi olabilmek için yüzey tasarımları yapılırken dünya ve sanat tarihinin bize sunmuş olduğu her veriden yararlanılmalıdır.
Çalışmada, Albert Dürer ile ilgili literatür taraması yapılarak veriler toplanmış, eserlerinde bulunan bitkisel motifler kullanılarak duvar karosu tasarımları yapılmıştır. Ressamın çalışmalarından örnekler gösterilerek tasarım çalışmaları photoshope programında gerçekleştirilmiştir. Tasarım uygulamaları günümüz teknolojisine uygun dijital baskı teknikleri ile basılarak seri üretimi yapılabilecek tasarımlar haline getirilmiştir. Bu sebeple genellikle kahverengi, gri, mavi gibi baskıya uygun renk tonları tercih edilmiştir.
Sonuç olarak Dürer’in eserlerindeki bitkisel temaların, dönemin sanatını günümüze taşıması, kültürel mirasın aktarılması ve yurtdışı pazarına yön vermesi açısından üretimde kullanılan programlar aracılığı ile modern tasarımlar ortaya konulabileceği görülmüştür.
This study aims to evaluate discrepancies between self-reported and measured height and weight, with a focus on sex differences and group variation among Turkish immigrants living in the Netherlands, Germany, and Türkiye. Data were collected from 478 participants (202 male and 276 female) across these three countries. Both self-reported and measured values for height and weight were recorded and analyzed. Linear regression models were used to investigate the relationship between the differences in reported and measured values and BMI. Results showed significant differences between self-reported and measured height and weight across sexes and origins. Females reported greater height differences than males; Turkish immigrant individuals living in the Netherlands in particular reported their heights as higher than other groups for both sexes (Males: 1.77 cm; Females: 1.79 cm). Similarly, weight discrepancies were more pronounced among females, particularly those from the Netherlands, with a self-reported weight that was -0.68 kg lower than the measured weight. These results suggest a tendency for participants to overestimate height and underestimate weight, with varying patterns based on sex and country of origin. Regression analyses indicated a positive correlation between BMI and the magnitude of discrepancies between self-reported and measured anthropometric values. These findings underscore the importance of considering self-report biases in anthropometric studies and highlight the need for anthropometric measurements in health assessments, particularly when assessing immigrant populations.